Pages

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Outliers

Outliers, kişisel gelişim kitapları raflarında görmeye alışkın olduğumuz, başarının anahtarı, nasıl başardılar, başarılı olmanın 20 kuralı gibi kitaplara hiç benzemiyor. Başarının kişisel özelliklerle ilgili olduğunu söyleyen bu kitapların anlatıklarından çok farklı konulardan bahsediyor. Çok başarılı olan insanların aslında doğru yerde, doğru zamanda doğmaları, kültürleri, yetiştirilme şartları, etraflarındaki fırsatlar ve çok çalışmalarının başarıyı getirdiğini anlatıyor ve bunun için de çok zeki olmaya gerek, sadece yeteri kadar IQ yeterlidir diyor.

Başarılı insanların farklı bakış açıları olan, zeki ve inovatif insanlar olduğunu ve sadece kişisel özelliklerinin ve belki biraz şansın yeterli olduğunu düşünürdüm. Ancak kitaptaki “Ormandaki en uzun meşe, sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır; diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını kesmediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de en uzun meşe o olmuştur.” cümlesi ile başlayan ve örneklerle zenginleştirilen kitap , başarının nedenlerine bakış açımı sorgulamama neden oldu. Outliers, kısaca “başarı bireysel birşey değildir, dış etkenlerin kontrol ettiği bir şeydir diyen bir kitap. Gerçekten öyle mi acaba?

Başarılı insanların, koşullara uygun zamanda doğan şanslı insanlar olduğunu anlatıyor ilk bölümde. Başarılı hokey oyuncularının yılın ilk aylarında doğan kişilerden oluşmasının nedeni, seçmelerin yıl başlarında yapılması nedeniyle, ocak ayında doğan bir sporcunun, kasım da doğan bir sporcuya göre 1 yıl daha fazla antreman yapmış olması. Ayrıca Bill Gates’in, Steve Jobs’un, ve Joe Flom’un başarılı olmalarının en büyük nedeninin tam zamanında doğmuş olmaları olduğunu savunuyor. Başarılı yazılımcıların 1950’lerde doğması gerektiği gibi.


Gladwell, başarının bir değer kuralından, en az 10.000 saatlik çalışma kuralından bahsediyor. Başarının 10.000 saat çalıştıktan sonra geldiğini ifade ediyor. . Beatles’ı Beatles yapanın henüz lise Hamburg’dan sergiledikleri günde 5-8 saatlik performans ve uzun çalışmalarıdır diyor. Mozart’ın da asıl iyi eserlerinin çocuk yaşlarında yazdıkları, değil, gençlik zamanında besteledikleri eserler olduğu iddiası da ilginç.John Lenon, verdiği bir röportajda, Hamburg’da bu kadar uzun süre çalmanın farklı birşeyler yapmaları gerektirdiğini, deneyimlerini ve dolayısıyla da özgüvenlerini arttırdığından bahsetmiş.Ünlü olana kadar 1200 canlı performans yapmış olan Beatles, birçok grubun müzik hayatları boyunca yapmadıkları kadar performans sergilemiş. Gerçekten de Hamburg olmasaydı Beatles olmayacaktı, peki Lenon ve arkadaşları, bu kadar uzun saatler boyunca çalmak için kendilerini motive etmeselerdi bu kadar iyi olabilirler miydi? Ne aldıkları para, ne de dinleyici kitlesi onları motive etmek için yeterli değildi. Bence onları başarıya ulaştıran şey, Hamburg teklifini kabul etmeleri, 10.000 saat çalışacak kadar azimli olmaları ve pes etmemeleriydi.

Bill Gates, gerçekten de tam zamanında doğmuş, okulda bilgisayar kullanma şansı varmış, Washington üniversitesine yakın oturuyorlarmış ve üniversitenin bilgisayarı saat 3 ve 6 arasının boş olması da bir fırsattı diyor Gladwell. Bu etkenlerin, Gates’in bir yazılım devi olmasındaki etkisi kesinlikle küçümsenemez. Bill Gates, 20 yıl önce doğsa veya hiç bilgisayar ile tanışmasa veya Xerox’un vizyonu daha iyi olsa ve geliştirdikleri pc yi ve işletim sistemini sahiplense, Bill Gates çok farklı noktalarda olabilirdi. Bir yazılım devinin kurucusu olmazdı belki a yine de bir outlier olurdu. Bill Gates, başarısını, fırsatları iyi değerlendirmesine, geceleri 3-6 arası uykusundan vazgeçecek kadar yaptığı şeyi sevmesine, otonomisine, meraklı olmasına, girşimcilik ruhuna ve sabretmesine borçlu. Öyle olmasaydı, Bill Gates’in en az onun kadar zeki olan, benzer fırsatlara sahip olan tüm arkadaşları onun kadar başarılı olurlardı.

Eşik etkisi de ilginç bir bakış açısı. IQ nun 130 ile 180 arasında olmasıyla, basketbol oyuncusu olmak için boyunun 205 ile 215 arasında olması arasında çok fazla fark yoktur diyor Gladwell. Başarılı olmak için yeteri kadar IQ’ya sahip olmak yeterli. Sternberg’e göre pratik zeka başarıda çok büyük etki sağlıyor. Hatta pratik zeka ve yaratıcılık, IQ’dan daha da önemli olabilir. Pratik zeka, kime ne söyleyeceğini, bunu ne zaman söyleyeceğini ve maximum etki için nasıl söyleyeceğini bilmek demek. Yaratıcılık da başaırılı olmak için pratik zeka kadar önemli bir etken. Christopher Langan buna ilginç bir örnek. Çok küçük yaşlarda kuramsal fizik okuyan ve Principia Mathematica ile başa çıkan Langan, basit bir kağıdı imzalatmayı atladığı için bursu kesiliyor, tüm öğrencilerin rahatlıkta yaptığı ders saati değişikliklerini yapamıyor. Tanınması ise, akademik çalışmalarıyla değil, Kim 500 Milyar ister tarzında bir yarışma da zirvedeyken bırakmasıyla oluyor. 195 IQ’lu birinin, ders saatlerini değiştirememesi çok ilginç geliyor insansa. IQ’su bu küçücük soruna bir çözüm bulmak için yeterli gelmiyor , pratik zeka gerekiyor veya bu tarz küçük şeylerle uğraşmak istemediği için üzerinde çözüm yolu aramaya çalışmamış da olabilir. Kısacası sadece IQ, başarıyı getimeyebiliyor.

Terman’ın, “Genetic Studies of Genius” isimli çalışması da bunu kanıtlar nitelikte. Yüksek IQ’lu bir grup öğrenciyi (bunlara Termitler deniyor) yıllarca inceleyen Terman, düşündüğünün aksine, IQ ları 140 – 200 arasında olan 1500 e yakın çocuğunun çok azının ülke çapında tanınır kişiler olmasıyla hayal kırıklığına uğruyor. Araştırmanın sonunda IQ ve başarının aynı şey olmadığı kanıtlanıyor.

Kitapda zengin ailelerin çocuklarını yetiştirirken kendilerini daha fazla güven duyacakları şekilde yetiştirdiklerini, ek eğitimler ile de 10.000 saati doldurmalarına yardımcı olduklarını, bu nedenle aynı IQ’lara sahip zengin ve fakir aile çocuklarından, zengin olanların ileride daha başarılı olduğunu savunuyor. Büyüdüğümüz ortam mutlaka karakterimizi ve davranışlarımı etkiliyor, güven aşılayıcı bir yetiştirme tarzı ve bulunulan sosyal sınıf da pratik zekanın gelişmesinde yardımcı olmuş olabilir. Okuduğum bir kitapta, iyi yöneticilerin genelde kalabalık ailelerden geldiği ve kardeşlerine istediklerini yaptırabilmek için onları ikna etmeleri gerektiği için tüm hayatları boyunca yöneticilik deneyimi kazandıkları da söyleniyor. Ancak zengin aile çocuklarının daha başarılı olmasının en önemli nedeninin büyüdükleri ortam olduğunu düşünmüyorum. Bu çocuklar, fakir ailelerin çocuklarına göre daha fazla risk alabilecek şartlarda büyüyorlar. Girişimcilik de risk almaktan geçiyor. Oysa fakir çocukların riske atabilecekleri 1$’ları bile olmayabiliyor.

Kitap’da Louis isimli, portekizli bir göçmenin ve eşi Regina’nın inanılmaz bir çaba ile dikip sattıkları çocuk önlükleriyle nasıl başarıya ulaştıklarından bahsediyor. Burada iş tatmini olması için 3 özellikten bahsediliyor. Otonomi, karmaşıklık ve çaba ile ödül arasındaki ilişki. Bu üç kriteri sağlayan iş anlamlıdır diyor yazar. Ben bu özelliklere birkaç ekleme daha yapmak istiyorum. İş tatminini sağlayan kriterlerden biri de yeni şeyler öğrenmek, yerinde saymamak ve yapılan işin işe yaradığını hissetmek. Bill Gates’i, Steve Jobs’u, Janklow’u ve Beatles’ı başarıya kavuşturan şey yaptıkları işin anlamlı olmasıydı. Bu sebeple çalışmaktan yılmadılar ve çabalarının sonucunu gördüler. Joe Flom, tam zamanında doğmuş musevi bir avukat. Mezun olduktan sonra ünlü avukatlık bürolarında iş bulamadığı için mecburen kendi işini kuruyor ve o zamanlar kimsenin almak istemediği şirket satın alma davaları ile ilgilenmek zorunda kalıyorlar. Zamanla bu tarz davalar artınca, Flom ve avukatlarının bu konuda yeteri kadar tecrübesi ve ünü olmuş oluyor. İşte doğru zamanda, doğru yerde doğmuş, çalışmaktan yılmamış, daha sonra şansı yaver gittiği için uğraştığı davaların sayısının artmasıyla ün kazanmış biri daha. Aklıma Türkiye’deki kamu kuruluşları geldi. Bu kurumlarda işlerin yavaş ve sıkıntılu işlemesinin nedeni sadece mevzuatlar değil, çalışanların anlamlı bir iş yaptıklarını düşünmemeleri olabilir.

Tekstil ve market işiyle uğraşan kişilerin iyi para kazanmaya başladıkları, çocuklarının mali durumlarının babalarına göre daha iyi olduğunu, onların çocuklarının ise doktor ve avukat gibi eğitimli profesyoneller olduklarından bahsediyor. Çabanın sonucunu alacağını gören çocuklar neden baba mesleklerini devam ettirmek istemiyorlar acaba? Benim yaptığım gibi, ticaret ile uğraşmanın ne kadar zor ve stresli olduğunun farkına vardıkları ve 24 saat işleriyle yaşamak istemedikleri için olabilir mi?

Kitap’ın büyük bir kısmında kültürün etkilerine yer verilmiş.Uçak kazaları ile ilgili yapılan ciddi bir araştırma da, Kore havayollarının yaptığı uçak kazalarının neden olduğu araştırılmış. Kazaların, yakıtın bitmesi gibi basit nedenlerden kaynaklanması da en az konunun anlatımı kadar ilginç. Tabii ki yardımcı pilotlar yakıt sıkıntısı olduğunun farkındalarmış ancak kaptan pilota ve kule görevlilerine sakin ve yumuşatılmış tarzda ve sadece bir kez söylenmiş olan yakıt problemi, kule görevlisi tarafından bir sorun olarak algılanmamış. Uçak kazalarının nedenini dil bilimciler, Kore kültüründe ve dil yapısında olan, otoriteye karşı gelme durumunda sorunlu durumları bile yumuşatarak söylemek olduğunu tespit etmişler. Bunun üzerine, Kore havayolları,pilot eğitimlerini bu kültürel özelliklerinin üstesinden gelecek şekilde değiştirmiş. Kültürün ve dilin etkilerinin bu kadar kritik anlarda bile ağır basması gerçekten çok ilginç.

Uzak doğuluların, matematikteki başarısının dilin özelliklerinden ve rakamların hızlı ve birbirleriyle ilişkili olarak söylenmesinden kaynaklandığını ifade ediyor. Ayrıca pirinç tarlalarında harcanan emeğin, yapılan titiz ve düzenli çalışmanın da uzak doğulu insanlara disiplin ve sabır özellikleri verdiğini, çaba ile sonuç arasındaki ilişkiyi kurduklarını bu nedenle de daha çok çalıştıklarını söylüyor.

Berkeley’deki bir matematik profesörü olan Schoenfield, verdiği ders de öğrencilerin eski alışkanlıklarını değiştirerek ve problem çözme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlıyor. Onun matematikte başarı tanımı ise oldukça ilginç. Başarılı olmayı bir yeteneğe değil, yeteri kadar çaba gösterecek kadar inatçı olunacak bir davranışa bağlıyor. Aslında bu herşey için öyle değil mi? Mutlaka yeteneğin faydası var, bazı kişiler bazı şeyleri daha kolay yapabiliyorlar ancak insan istedikten ve yeteri kadar çaba gösterdikten sonra herşeyi yapabilir. Burada asıl kritik olan pes etmemek ve inatla devam etmek.

Uzak doğululuların matematikte iyi olmaları, eğitim sistemlerinden de kaynaklanıyor olabilir. Japonya ile ilgili bir belgesel seyretmiştim. Sabahın erken saatlerinden, geç saatlerine kadar devam eden eğitimden ve bu eğitim üzerine gün sonunda verilen ödevlerden bahsediyordu. 3 farklı alfabesi ve binin üzerinde harfi / kelimesi olan bir dili öğretmek için bu kadar uzun zaman gerekiyor olması da normal olabilir. Belki de bu eğitim sistemi, uzak doğululara çalışma disiplinini / alışkanlığı kazandırmıştır ve matematik yetenekleri de bu nedenle daha gelişmiş olabilir. Uzak doğuluların, belirsizliklerle, batılılara göre daha kolay başa çıktıkları biliniyor. Bu beceri de, çeltik ve bambu tarlarında çalışmanın bir sonucu olabilir mi, yoksa eğitim sisteminin getirdiği bir avantaj mı?

Kültürün etkileri insanlar üzerinde bu kadar etkili ise, KIPP okullarının yaptığı gibi neden bu etkiler avantaja çevrilmek üzere daha fazla çalışılmıyor? Konu hakkında yeterli araştırma mı yok, yoksa kültürün etkisinin bu kadar yoğun olduğunun farkında mı değiliz? Ülkemizde sıkıcı matematik dersleriyle ve uzun tatillerle eğitim görüyoruz. Gençlerden gördüğüm kadarıyla, gittikçe daha da kötüleşen bir eğitim sistemiyle başbaşayız. Beyin gücünün ve iletişim kurmanın önemli olduğu ve insanların vücutlarından çok beyinleriyle çalıştıkları bir çağda, iletişim problemleri yaşayan, herhangi bir konu üzerinde düşünüp yorum yapamayan, a-sosyal, test çocukları, ezberlemeyi öğrenerek büyüyorlar.

Her zaman yaz tatillerinin gereğinden fazla uzun olduğunu düşünmüşümdür. Bu kadar uzun tatiller olmasa, eğitim tüm okullarda tam gün olsa , matematiği daha zevkli bir şekilde öğretmek için yollar aransa, öğrencilere sadece test çözmek değil, kendilerini ifade etmeleri öğretilse, daha başarılı kişiler, daha fazla outlier’lar ile karşılaşabilir miyiz bilemiyorum.

Küreselleşmenin artmasının ve iletişimin de globalleşmesinin, kültürleri de küreselleştirdiğini düşünüyorum. Birbirimize benzemeye başlıyoruz artık. Çok uzun sürmeyecek bir zaman sonunda kültür farklılıkları gittikçe azalacak, geçmiş alışkanlıklarımızdaki ve kültürlerimizdeki sivri noktolar törpülenecek. Belki zamanla, iyi (belki de kolay) tarafları seçilmiş, kötü tarafları elimine edilmiş bir dünya kültürüne sahip olacağız. Bunun iyi mi, kötü mü olacağı başka bir tartışma konusu ancak kültür farklılıkları her geçen gün daha da azalacak gibi görünüyor.

Kısacası, çizginin dışında bir başarı elde etmek için, kişisel özelliklerden çok aile, çevre, şans ve kültürün rol oynadığı anlatılıyor kitapta ve bunu kanıtlayacak örnekler de verilmiş. Birçok konuda Gladwell’e katılsam da, sadece bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. O zaman tüm kardeşler, benzer koşullarda yaşayan insanlar, aynı şekilde başarılı olmazlar mıydı? Bir taraftan da başarılı olan kişilerin de genelde aynı yerlerden çıkıyor olması düşündürüyor. Neden Güney Afrika ülkelerinden, Türkiye’den, İran’dan daha çok sayıda başarılı insan çıkmıyor? Kültür mü, eğitim sisteminin sorunları mı başarıyı engelliyor?

0 yorum:

Yorum Gönder