Pages

30 Ocak 2010 Cumartesi

Nerde Trak Orda Prag

Haftasonu Blooms Brothers isimli bir film seyrettim. Filmin bir kısmı Prag'da geçiyordu. Farkettim ki, bu kadar keyifli geçen geziyi anlatmaya hala vakit ayiramadim. Artik anlatma zamani geldi.



Herşey Özden'de keyifli bir rakı sofrasında başladı. Nasıl oldu, konu nereden buralara geldi bilemiyorum ama birden kendimizi Prag planları yaparken bulduk.



Heyecanlı geçen uçak, otel ve havalanı-otel transferi ayarlama günlerinden sonra gün geldi çatti. Prag planı yapmadan önce İzmir'de 1 hafta geçirmeyi planlamıştık. Planladığımızdan bir gün önce yola çıktık İzmir'den. Yoldan Gülçin'i aldik, Erdem bizi Sezen Aksu konserine yetiştirdi. 3. Prag yolcumuz Özden ile konserde buluştuk. Prag yolculuğu öncesi Sezen ile eğlendik, duygulandık. Eve döndügümüzde şampanyamız bizi bekliyordu. Gülçin'in MBA derslerini bitirmesini, hayatımda içtiğim en lezzetli şampanyayla kutladık. Şampanyalı pijama partimiz, Erdem'in yatın artık ısrarlarına dayanamadığımız zamana kadar sürdü. Yatmayı başardığımızda neredeyse sabah olmuştu.



Sonunda heyecanlı bekleyiş sona erdi ve havaalanındayız. Biraz erken gelmişiz. Valizlerimizi uçağa verdikten sonra free-shop'u dolaştık. Bir paket küçük tobleron aldık kendimize. Sonra uçağa bindik. Uçak oldukça kalabalıktı. Özden cam kenarına geçti. Yolcuların yerleşmesini beklerken Özden birden bire, "Aşık olmadan evlenmemeye karar verdim" dedi. Ben de sordum, "Neye dayanarak?" Gülçin tüm gezi boyunca bizi güldürmeyi başaracak cevabı yapıştırdı. "Cama dayanarak".

İlk Çek biramizi, Çek havayollarının uçağında içtik. Sıcak, 330 ml'lik teneke kutuda ve çok sert bir biraydi.. Hiç sevmedik.. Ama harika üçgen sandaviçler verdiler. Yolculuk 2,5 saat sürdü. Uçak çok soğuktu ve ben hiç uyuyamadım.. Sonunda uçak havaalanına indi.. Yaklasik 10 dakika görevlilerin valizleri taşıma aracına fırlatmalarını seyrettik.. Kırılacak birşey almamaya, alırsak da aldıklarımızı çok iyi sarmaya karar vermiştik uçaktan indiğimizde.



Bizi otele götürecek sürücüyü gördügümüzde şok geçirdik. Oldukça salaş giyinmiş, kirli sakallı, kaba görünümlü bir adam ağzında sakızla bizi bekliyordu. Karşılaştığımızda ufak bir tartışmamız oldu ve adam bizi arabaya almadı. Açıkcası çok rahatladım. Neyseki havalimaninda bekleyen bir çok taksi vardı ve aynı paraya (22€) bizi otele götürmeyi kabul ettiler.



Otelimiz Old Town'daki Metamorphis oteldi. www.tripadvisor.com da rezervasyon yaptırırken iyi bir otel olduğunu okumuştuk ama bu kadar da iyi bir yer beklemiyorduk. Tynn kilisesinin arkasında, üçyüz yaşında bir bina, çok güzel dekore edilmiş bir oda ve meydana bir dakikalık yürüyüş mesafesinde olduğunu görünce sevinçten havalara uçtuk.

Prag_Otel_Avize

Otel odasındaki avize

Otel Metamorphis

Otel

Prag_Otel_Manzara

Oda manzarası

Otelin restaurantı tıklım tıklımdı. Bir saatten önce servis yapamayız dediler, beklemek istemedik, meydana doğru giderken gördüğümüz Tynn Kilisesisinin yan kapısının karşısında, kulağımıza tanıdık gelen şarkıların gitarla çalındığı bir yer bulduk.

Yağmur yağıyordu. Cafe de çalışan amca ıslanmamız için heyecanla masaları ve şemsiyeleri ayarladı ancak tek kelime ingilizce bilmeyen adamın heyecanlı çabasının yağmuru engellemek olduğunu biraz geç farkettik. Adını hatırlayamadığım bu kafede, Stranomen markalı bira içtik. Prag'da içtiğimiz en lezzetli biralardan biriydi. Geyik etinden yapılmış gulaş çok lezzetliydi.

Aslında herşey hesabı görene kadar çok güzeldi. Kaz yağindan yapılmış sadece birinin tadina bakip diğerlerine dokunmadığımız zımbırtılara,yemediğimiz ekmeklere, gramla satıldığını öğrendiğimiz ve ne gelirse bahtına şeklinde servis edilen ve bizim şansımıza 3 kişinin başka birşey yemeden ancak bitirebileceği büyüklükte kesilmiş(!) ve çok büyük olduğu için içi pişememiş T-Bone steak isimli kemikli ete gelen hesabı görünce şok geçirdik. En kötüsü de havaalanında komisyon yüksek olduğu için az bir miktarda koronoya çevirdiğimiz paranın yetmemesiydi. Resmen başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir parça patates kızartmasına 5 bira fiyatı verdiğimize mi yanayım, üzerimizdeki koronanın hesabı ödemeye yetmemesine bilemedim. Neyseki Euro almayı kabul ettiler de rahatladım. Hatta bizim için çok da iyi bir orandan aldılar, nasıl olsa bir parça ekmeği 3 kişiye satarak bunu fazlasıyla karşılıyorlardır.. Ilk kazigimizi boylece yemis olduk ama gulaş ve bira muhteşemdi. Şimdi düşünüyorum da bize gulaşın dağlarda dolaşan boynuzlu bir hayvandan yapıldığını tarif etmişlerdi, biz de geyik sanmıştık, acaba keçimiydi anlatmaya çalıştıkları?

Prag_Yemek

Kaz yağından yapılmış bir çeşit meze

Prag_Stranomen

Stranomen Bira
Old town meydanından sonra ilk olarak Charles köprüsüne gittik. Meydan-charles köprüsü arasındaki yürüyüş yolu tıklım tıklımdı. Köprünün bir tarafının tadilat nedeniyle kapalı olması bile güzelliğini tam olarak bozamamıştı. Temmuz sonuydu ve hava buz gibiydi. Üzerimizde hırkalar ile donmamız, gece geç saatlere kadar sokaklara dolaşmamıza engel olamadı.
Prag da olduğumuz sürece zamanımızın büyük bir çoğunluğu muhteşem "Old Town" meydanında geçti. Saat başlarında saat kulesinin etrafında toplanan kalabalığa sadece üç kez katılabildik ve ilkinde saat gece 00:00 dı. Saat kulesinde hiç bir hareket de olmadı, ne havariler geçti, ne de horoz öttü, sıradan gong sesi vardı sadece. Her gece yarısında saat kulesi sadece gong sesiyle mi yeni güne başlıyor, yoksa bizim şanssızlığımız mı orasını bilemiyorum. Neyseki daha sonra izleme şansımız oldu. Tabii ki kalabalıktan görebildiğimiz kadarıyla.



Old Town Meydanı

Prag_OldTown1

Saat Kulesi, yandan görünüşü

Prag_SaatKulesi_Yan

Saat Kulesi

Prag_SaatKulesi_1

Prag_TynnGece

Yanlarda Tynn kilisesinin gece ve gündüz çektiğimiz fotoğrafları bulunuyor. Küçükken üç boyutlu masal kitapları vardı. Külkedisi masalındaki şatoyu anımsattı bana. Gerçekten de masallardan fırlamış gibi durmuyor mu?

Otel kilisenin hemen arkasında. Prag'ın birçok yerinden görünebilen kilise yön bulmamızda çok işimize yaradı.

Prag_Tynn

Prag_KulesiPrag_KulesindenManzara




Ertesi erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık ve Prag turuna başladık. Neyseki hava güzeldi. İlk gittiğimiz yer Barut kulesiydi. Allahım ne kadar güzelmiş otelin yeri, buraya da yürüyerek geldik. Eskiden barut depolamak için kullanılan ve şehrin kapılarından biri olan minicik kulenin güzel manzarasında ve dönerek yükselen merdivenlerinde bir sürü fotoğraf çektik. Yan tarafta barut kulesi ve kuleden çekilmiş Tynn ve Prag görünüyor.

Barut kulesinden çıkınca, biraz mesafe olmasına rağmen, yürüyerek Kale'ye gittik. Çok keyifli bir yoldu. Kalenin içinde muhteşem manzaralı bir terası olan bir kafede yemek yiyip, enerji topladık. İlk durak oyuncak müzesiydi. Müzenin girişince, ortaçağdaki büyücü filmlerinden fırlamış gibi görünen yakışıklı bir demirci ustası vardı. Biraz demir dövmesini seyredip, oyuncak müzesine girdik. Çok büyük bir yer olmamasına rağmen, çok değişik oyuncaklar vardı. Barbie'nin 50 yaşını kutluyormuş bu sene. İlk üretilen barbieler de vardı müzede. Biz korktuk ilk barbielerden, zamanın çocukları nasıl korkmamış bilemedik. Ancak Barbie'nin ünlüler koleksiyonu muhteşemdi.

Prag_OyuncakMuzesi_Kapi

Prag_OyuncakMuzesi

Prag_OyunakMuzesi_Barbi Prag_OyuncakMuzesi_Barbie


Prag_Kale_AzizVitus2 Prag_KaledeInsaat

Gittiği her yerde inşaat bulmasıyla ünlü arkadaşımız Gülçin, Prag kalesinin girişinde de inşaat bulmayı başardı. Biz de fotoğraflamayı ihmal etmedik tabii ki. Büyüleyici görünümü olan katedralin dışında bir sürü fotoğraf çektik. O kadar büyük ki, tek bir kareye katedaralin tümünü sığdıramadık. Geniş açı bir objektifim olsaydı keşke. Fotoğraf makinanım pilleri gün boyunca çektiğimiz fotoğraflara yetmeyince, içeride en fazla birkaç fotoğraf çekebildim. Bu sayfadan katedralin fotoğraflarına ulaşılabilir.

Prag_Kale_AzizVitus

Sağda, sabahdan beri Prag sokaklarını dolaşmaktan yorulmuş ayaklarımız var. St. Vitus katedralinin soldaki fotoğrafını çekmek için yere uzanmışken, kalkamadığımız anın fotoğrafıdır. Önümüzde katedral ve arkamızda Cumhuriyet sarayı bulunuyor.

Prag_Biz_YorgunAtyaklar


Kalenin içerisinde, önceden Simyacıların simya malzemeleri sattıkları minik rengarenk evlerin olduğu ve zamanında birkaç ünlünün yaşadığı , şu an hediyelik eşya dükkanlarının olduğu bir sokak var. Giriş bileti, sokağın başındaki büfede satılıyor ancak hediyelik eşya mağazası gezmek için o kadar para vermek işimize gelmediği için girmedik. İyi mi yaptık, kötü mü yaptık bilemiyorum ama bir de oraya girseydik Ulusal Müze'ye hiç yetişemeyecektik. Kaleden çıktıktan sonra ulusal müzeye gitmek için ilk aracımızı kullanarak metroya bindik. Metro yerin kaç yüz metre altında bilemiyorum. Bana çok derindeymiş gelen Taksim Metrosu bile solda sıfır kalır. Kısa sürede New Town'a geldik. Neyseki metro durağı, müzenin yanındaymış da yürüyerek fazla zaman kaybetmedik.

Prag_NationalMuseum_Mamut

Müzenin kapanmasına 1 saat vardı. Görevliler gezemeyeceğimizi düşünüp bizi almak istemediler. Biz de başka vaktimiz olmadığını söyleyince, müzeyi anlatan speakerları normalden ucuza verere bize jest yaptılar. Mutlaka görmemiz gereken yerleri krokide işaretlediler ve neredeyse koşarak müzeyi gezmeye başladık. Çok eski zamanlardan beri toplanmış fosil, kaya parçalarının yanısıra, eski iskeletler de çok etkileyiciydi. Bazı parçalarda ingilizce açıklamalar yoktu ve müze görevlileri de ingilizce bilmedikleri için bize yardım edemediler ama yardım etmek için gerçekten uğraştılar. Doldurulmuş hayvanların olduğu yerden ürkmedik değil. Gerçek dinazor kemikleri birleştirilerek tavana yerleştirilmişti. Büyüklüğünü görünce iyi ki dinazorlar ile beraber yaşamıyoruz diye dua ettik. Gerçek boyutuna uygun yapılmış mamutun ancak dişlerinin hizasına geldiğimizi gösteren bir fotoğraf da çektirdik.
Koşarak müzenin odaları arasında gezerken, müze görevlilerinden biri Gülçin'i yakaladı. Ben korktum, herhalde müzede koşmak yasak ve bizi şimdi atacaklar dedim. Oysa kadıncağız acelemiz olduğunu anlamış ve çok güzel bir parçayı görmeden gitmemizi istememiş. Hepimiz neredeyse güvercin boyutundaki bir kelebeğin önünde toplandık ve müze görevlisi teyze ile sağa sola sallanmaya başladık. Muhteşem bir görüntü vardı. Kelebeğin kanatları, her bakış açısına göre renk değiştiriyordu.



Müzeden çıktıktan sonra direk merdivenlere yığıldık. Kısa oturma molaları dışında 9 saattir yürüyorduk ve açlıktan ölmek üzereydik. Müzede bir saat sonra çok güzel bir konser başlayacaktı ancak midemiz ve yorgunluğumuz konserin cazibesini sıfıra indirmişti. Merdivenlerde oturup, elimizdeki kitaptan gözümüze bir restaurant kestirdik. Müzenin önünde duran ve tek kelime İngilizce bilmeyen görevlilerden ben yol tarifini aldım. (Hala kadının dediklerini nasıl anlayabildiğimi çözebilmiş değilim) Bu arada Özden'in midesi de kötü olmuştu. Restauranta doğru giderken yol üzerinde market gibi birşey bulacağımız ve oradan yoğurt alacağımızı umut ettik ancak markete benzer birşeye rastlayamadık. Yoldaki restaurantlara sormaya başladık. Yoğurt bulduğumuz restaurantda oturup yemek yiyecektik ancak genelde yok cevabı ile karşılaştık. Bir tanesi mutfakta yoğurt var, kahvaltıda servis yapıyoruz ancak menüde yok o yüzden veremem dedi. Şok olduk. Yemek de yiyeceğiz desek de adam vermemekte ısrar etti. Gözünü sevdiğim güzel ülkem, burada bir restaurantda yoğurt isteyeceksin, olmasa bile bulurlar bir yerden. Nerdeee Türk misafirperverliği.

Hiç tahmin etmediğimiz bir yerde, Mc Donalds'da meyveli yoğurt bulduk. Ben Mc Donalds'da yemem diye tutturunca tarifini aldığımız restauranta doğru devam ettik ancak yerinde yeller esiyordu. Sanırım kitap güncel değil veya basıldıktan sonra kapanmış. Hayal kırıklığı ile yemek yiyecek bir yer ararken bir Yunan restaurantı bulduk. Pide, dolma gibi tanıdık şeylerin yanında paella görünce atladık. Gülçin süper paella pişirir tüm paellaların öyle olduğunu sandım herhalde ancak salçalı pirinç lapası görünce şok geçirdik. Paella dan geçtik, pilav olarak bile yenilebilecek durumda değildi. En azından midemizden birşeyler geçmişti. Dönüşte yürüyerek "old town"a dönmeye karar verdik ancak dönüşte bir hediyelik eşya mağazasında Özden'i kaybettik. Telefonumun çalışmayacağı tuttu, Özden'e ulaşamadım. Neyseki sonradan onun mesajı geldi de saat kulesinin önünde tekrar buluştuk.

Prag'da birçok yerde gölge tiyatroları sergileniyor. O akşam birine gidelim diye düşünmüştük ama elimize biralarımızı alıp, Charles Köprü'sünde güneşi batırmak daha cazip görününce vazgeçtik. Soldaki fotoğraf Charles köprüsüne giderken gördüğümüz bir dilenciye ait. Sokaklarda çok fazla dilenci var ancak tüm dilenciler yere secde eder vaziyette uzanıp dileniyorlar. Duyduğumuza göre dilenmekten o kadar utanıyorlarmış ki, kimsenin yüzüne bakamıyorlarmış.

Prag_Dilenci

Prag_Ungelt

O yorgunluğun üzerine, otelden aldığımız tavsiye ile otele çok yakın bir yerdeki "Ungelt" isimli jazz bara gittik. Gecenin 11 olmuştu ve programın bitmesine 1 saat kalmıştı. Gülçin kapıdaki adamla fazla paramız yok, çok da az kalmış diye pazarlık ederken ben ortak cüzdandaki tüm parayı ortaya çıkarıp, sayıp verdim adama. Duruma uyandığımda biraz geç olmuştu. Ungelt'de Asian Springs isimli bir grup çıkıyormuş cumartesi geceleri ve gerçekten çok iyi müzik yapıyorlardı. Kıza bayıldık. Ayakta uyuyorduk ancak o kadar keyifli bir blues ziyafeti vardı ki, bitene kadar kalkıp gidemedik.
Prag_KarlovyVary_0Karlovy Vary (Karl'ın Banyosu) Prag'daki son tam günümüz. Bize mutlaka Karlovy Vary'yi görün dediler. Cumhuriyet Meydanına gidip, metro ile otobüs garına gittik. Her yarım saatte bir Karlovy Vary'ye otobüs var ancak ilk otobüse yer bulamayınca biraz beklemek zorunda kaldık. Çoğu arpa ekilmiş tarlalarle çevrili yol 2 saatten fazla sürdü.

Karlovy Vary'ye indiğimizde suratsız bir turist information görevlisinden yol tarifi almaya çalıştık. Neyseki çok aramadan yolu bulduk. İlerledikçe sokaklar ve binalar güzelleşmeye başladı.

Bu arada çok acıkmıştık. Manzarası güzel görünen bir restauranta oturduk. Çok tuhaf bir garson vardı. Dediklerimizi doğru düzgün dinlemedi veya duymadı. Servis için geldiğinde tekrar edince gidip gelmekten bacağım ağrıdı dedi. Şok geçirdik. Ah memleketim, memleketim dememize yol açan ikinci olaydı bu. Arıların etrafta fazlaca dolaşması da keyfimizi kaçırınca hızla yemeğimizi yedik ve bu sevimli kenti dolaşmaya başladık.

Atatürk'ün burayı gördükten sonra Yalova'ya kaplıca yaptırdığı söylenir. Kaplıcalarını bilemeyeğim ama şehrin sokakları ve mimarisi çok güzeldi. Şansımıza hava da harikaydı.Karlovy Vary'den birkaç kare :

Prag_Biz_Golgeler

Prag_KarlovyVary_3

Prag_KarlovyVary2

Prag_KarlovyVary1

Prag_KarlovyVary


Otobüs garına iner inmez, mutlaka gidin tavsiyesi aldığımız gözetleme kulesine nasıl gidileceğini öğrendik. Tramway'la gidilebileceğini öğrenince sevinmedik değil. 22 nolu tramwaya binebilecektik.



Prag_Tramway22

22 nolu tramwayın güzergahının çok güzel olduğunu duymuştuk ancak dolaşmaya vaktimiz olmadı. Biz de 1-2 durak için bile olsa Petrin kulesine giderken 22 nolu tramwayı bekledik ve binmeyi başardık.

Prag_Tramway22Manzara

Meşhur tramway, nehrin üzerinden geçerken çekilmiş bir fotoğraf. Karşıda Charles Köprüsü görünüyor. Nehri geçer geçmez inip, finiküler ile devam edeceğiz.

Prag_Penryn_Finukiler

Finikülerin şoför maali.

Bizi uzun bir yokuş çıkmaktan kurtaracak. Vakit ve yeterli enerji varsa yürünebiliyormuş da ancak kulenin 299 basamaklı merdivenini çıkabilmek için bolca enerji gerektiğinden çok tavsiye edilmiyor.

Prag_Penryn

İşte Petrin (Gözlem) kulesi. Eyfel kulesi örnek olarak yapılmış bu kulenin altında minicik başka bir müze de var. Zamane oyuncağı sandığım scooter'ı müzede görünce şaşırmadım değil.

Petrin kulesinden Prag.

Prag_Penrynden_Manzara3

Prag_Penrynden_Manzara2

Prag_Penrynden_Manzara

Prag_PenryndenManzara

Kuleden ayrıldıktan sonra Old Town'a geri döndük. Daha hediyelik eşya bakacaktık ve şimdiden akşam olmuştu. Yemek ile vakit kaybetmemek için yolda gördüğümüz bir markete uğrayıp sandaviç ve bira aldık. Yorgunluktan bir apartmanın merdivenlerine çöküp karnımızı doyurduk. Çok lezzetli ve keyifli bir yemekti. Yöresel yemek yiyeceğiz diye bu sandaviç olayını gözardı etmemize hayıflandık.

Gece dükkanlar kapanana kadar dolaştık ve hediyelik birşeyler aldık. Hatta 3 kız, "3 Bad Girls at Prag" yazan bir kupa gördük. Üçümüz de atladık üzerine hemen.

Dükkanların kapanış saati var ve içeride müşteri olması da umurlarında değil. Kapanış saati yaklaştığında uyarıyorlar ve dükkan kapanmadan alışverişi bitirmeye çalışıyorsunuz.

Gece hafif birşeyler atıştırmak ve son kez meydanın tadını çıkarmak için biryerde oturmak istedik. Ancak mutfaklar kapandığı için yiyecek birşey bulamadık. Bari birşeyler içelim derken, zaman geçti ve kapanış saatine az kaldığı için oturacak bir yer de bulamadık. Otele dönerken, otelin önündeki, hint usülü dekore edilmiş yerin açık olduğunu farkettik. Gerçekten de Hintlilerin işlettiği bir mekanmış burası. Kibarca buyur ettiler bizi. Özden Virgin Mojito istedi. Mutfak kapandığı için yapamayacaklarını ama hazır istediğimiz birşey varsa servis yapabileceklerini söylediler. Biz de oturup birşeyler içecek yer bulmanın keyfiyle bira ve soda söyledik. Sonra içeriden havan sesleri gelmeye başladı ve acaba mojito mu yapıyorlar derken, adamcağız elinde mojito ile geldi ve sizin güzel gülümseniz için yaptım bunu dedi. Bize yoğurt vermeyen ve bacağı ağrıyan garsonlara alışmaya başlamışken, bu güzel jest bizi çok mutlu etti. Prag'daki son gecemizi, bu güzel mekanda, güzel sohbetlerle ve şiirlerle geçirdik. Özden'in yakın zaman önce bir şiir dinletisinde okuduğu Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" şiirini okuması, bu muhteşem geceyi unutulmaz yaptı.



Daha sonra Özden bu şiiri, fonda çalan müziğin eşiliğinde bizim için tekrar okudu,bu sefer kaydettik.





İşte Özden'in sesinden "Mendilimde Kan Sesleri"

Sokakları arşınladığımız bir gün, uzunca bir süre Kafka'nın müzesini aradık oysa burnumuzun dibindeymiş. Hemen Old Town meydanındaymış. Ancak gittiğimizde hiçbirşey bulamadık. Ev/müze kapı-duvar. Kısacası biz gittik, Kafka'yı evde bulamadık. Sadece duvara asılmış küçük bir büst.


Prag_Kafka

Prag_Kukla1 Prag_Kukla2

Prag, kristalleriyle olduğu kadar kuklalarıyla da ünlü. O kadar Prag'ı dolaşıp, ne bir kristal, ne de bir kukla almadan geldik. Kristallerden alınabilecek çok güzel şeyler vardı ancak uçaktan valizlerin nasıl boşaltıldığını gördüğümüz için almaya hiç niyetlenmedik bile.



Herkesin mutlaka gidin dediği Yahudi Mezarlığının önünden bir gece vakti, ve tırsarak geçtik. Ne kadar bol ziyaret edilen bir yerde olsa sonuçta mezarlık, insan ister istemez korkuyor. Yahudi mahallesini de ünlü markaların mağazalarının bolluğundan herhalde Nişantaşı'na benzettik.

Keşke birgün daha olsaydı veya uçak saatleri daha iyi olsaydı da bu masal şehrin biraz daha tadını çıkarabilseydik.
MENDİLİMDE KAN SESLERİ



Her yere yetişir

Hiçbir şeye geç kalınmaz



Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla.



Boynu bükük duruyorsam eğer

içimden böyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet Abim benim

insan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Konyanın beyaz

Antepin kırmızı düzlüğüne benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları

Evlerine, sokaklarına, köşe başlarına

Öylesine benzer ki

Ve avlularına

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

Ve sözlerine

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

Ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer

Sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına

Minibüslerine, gecekondularına

Hasretine, yalanına benzer

Anısı ıssızlıktır

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

Cigara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenleri

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun çabuk

Bakıyorum da şimdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.



Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

istasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlerde büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

işte o kadar.



Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

edip cansever



Kısa kısa:

En iyi oranda döviz bozdurmak için: Charles köprüsüne giden yoldaki hediyelik eşya mağazaları

En güzel manzara : Petrin Kulesi

En güzel bira : Stranomen ve Pilsener

Nerelere gitmeli : Old Town Meydanı ve astrolojik saat, Charles köprüsü, Kale, Petrin Kulesi, Karlovy Vary

En ucuz yemek : Marketlerde satılan sandaviçler. Çok da lezzetliler.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Selam
Çok güzel anlatmışınız emeğinize sağlık.
Bende Prag ve civarını görmeyi çok arzu ediyorum.(Karlovy Vary, Kutna Horna ve Terezin)
Bunun içinde 3gece 4 gün yeterlimidir? Araç kiralamak mantıklımıdır?
Prag uçak bileti bakarken Italya'ya ucuz bilet bulup ailece gidip geldim.

İtalya hakkında farkı bir yazı yazdım .
http://www.geziyorumlari.com/index.php?option=com_content&task=view&id=6264&Itemid=170

Prag'da ertelenmiş oldu.En iyi gezi zamanı Mayıs Haziran ve Eylül Ekim diye düşünüyorum.

Tavsiye ve ilave önerilerinizi bildirirseniz sevinirim.

Sağlıklı olun mutlu kalın

Okan UZUN
okauzun@hotmail.com

Yorum Gönder